Unintended Monuments
The word Monument originates from the Latin word monumentum which has meanings regarding memory and reminiscence, such as re-minder, memory, trace, keepsake. Monuments are structures that are built with the aim of keeping the memory of mankind’s special deeds, skills or important events alive in the minds of future generations. However, not all monuments are built, and indeed, a monument does not have to be a structure at all. While some monuments are works of art, others might be textual works. Some of the living beings today have a monument status. An analog or digital record (for example, M. L. King’s “I Have A Dream”) might have a monument status in the future as well. The German word Denkmal, which means monument/memorial, originates from the verb “to think” in German.
But what if one should make a definition of monument beyond didactic definitions? Eileen Legaspi-Ramirez defines it as follows: “A monument is an instrument for con-veying idealized notions or naturalized values held up as desirable and immutable. As an embodied means to constitute history or what are projected to be life-story anecdotes, monuments are crafted to address the inevitable loss of meaning and the failing of memory, as well as to act as a buffer for fabricated or fashioned narratives. A monument is a materialized, deliberate marking-off of a juncture in time combined with a prescribed aspirational reading.”[1]
“Unintended Monuments” is one of the important pillars of the conceptual classification mechanics that the Austrian art historian Aloïs Riegl has defined and established in his article “The Modern Cult of Monuments: Its Character and Its Origin”. According to this, “Unintended Monuments” are works which have not been consciously designed and created with the aim of becoming a monument to refer to a certain person or event or to commemorate the person or the event in question, but which have gained value as monuments due to the fact that they carry the traces of the past or are considered to indicate to a certain moment in history. [2]
Making itself apparent in Eskici’s works entitled Nostomania - also the title of his solo exhibition in 2015 at SANATORIUM - the “antiquity value” is included within the category of remembran-ce/commemoration in Riegl’s classification of monument values. It indicates to the value given to the tangible traces of natural aging, decay, deformation and physical loss that are generally seen in beings and artifacts.
In his article entitled “Ruins”, Georg Simmel wrote that what differentiates ruins from other artworks is that in ruins, subjugated natural material gets rid of its yoke, becomes free again under the laws of natural forces and gains new meanings at the same time. Riegl’s concept of antiquity value seems to be closer to the environment indicated by Simmel rather than being a kind of ruinophilia. Svetlana Boym writes in her article entitled ‘’Ruinophilia: Appreciation of Ruins” as follows: “There is one important difference between ruinophilia and nostalgia: ruinophilia is less afflicted by the personal story; it is not a longing for home or for identity but more of a material and visceral experience of the irreversibility of time that comes together with care for the world. Ruinophilia can be antinarcissistic but not less melancholic, in spite of its perspectivism and inspirations.”
Nature monument (Naturdenkmal) in German consists of the words Natur, which means “nature” and Denkmal, which means “monument, memorial”. Nature monuments are considered as beings or monuments which have been created without any human contribution as a result of natural and geological events with all its beauties and oddities, and which consist of all plants, animals and inorganic materials in their environments and thus deserve to be protected. Dealing with the concepts and facts regarding the science of geology - the focus of his previous exhibition - with these arguments by Riegel, the artist has learned the lathe technique in order to produce his works which are positioned at a parallel point between organic and inorganic nature monuments and “Unintended Monuments”. Since the lathe technique, by nature, depends on anisotropy, the exhibition mostly includes wooden material. Anisotropy indicates the direction-dependent properties of a material or is defined as the direction-dependency of the properties of a material. At the same time, wood is also important since it is the material which the decompositional and destructive forces of nature feed into the most. The lathe technique indicates to centrifugal forces, to the act of cutting and scraping.
Just like the dynamics of natural construction and destruction, Eskici, on one hand, reduces the singular material that his works are compo-sed of, while he, on the other hand, synchronizes and stratifies these singularities by adding them to each other. As Simmel puts it: “Even the charm of alpine forms which are, after all, for the most part, clumsy, accidental, artistically insipid - rests on the felt counterplay of two cosmic tendencies: volcanic eruptions or gradual stratification have built the mountain upward; rain and snow, weathering and landslides, chemical dissolution, and the effect of gradually intruding vegetation have sawed apart and hollowed out the upper ledge, have cast downward parts of what had been raised up, thus giving the contour its form. In this form, we feel the vitality of those opposing tendencies, and - instinctively sensing these antitheses in ourselves - we notice, beyond everything merely formal and aesthetic, the significance of the configuration in whose serene unity they have their synthesis.” [3]
[1] Eileen Legaspi-Ramirez, The Monument, Atlas of Transformation
[2] Aloïs Riegl, Modern Anıt Kültü, çev. Erdem Ceylan, arketon, 2022
[3] Georg Simmel, Ruins, The Hudson Review, 1958
Amaçlanmamış Anıtlar
Anıt [Monument] Latince kökeni monumentum; hatırlatma, anı, iz, yadigâr gibi hafızaya ve hatırlamaya dair anlamlar içerir. İnsanın özel eylemlerini, hünerlerini ya da önemli olayları gelecek kuşaklara hatırlatmak, onların zihninde canlı tutmak amacıyla inşa ettiği yapılardır. Fakat anıtların tümü inşa edilmediği gibi bir yapı olmak zorunda da değillerdir. Bazı anıtlar sanat yapıtıyken bazıları metinsel yapıtlar olabilirler. Günümüzde yaşayan canlıların bazıları anıt statüsündedir. Gelecekte analog ya da dijital bir kaydın da (örneğin M. L. King ‘’Bir Rüyam Var’’) anıt statüsünde kabul görebileceği söyleyebilir. Almanca’da anıt/abide anlamındaki Denkmal kelimesinin kökeni düşünme fiiline de denk gelen anlamlar barındırır.
Peki didaktik tanımlamaların ötesinde bir anıt tanımı yapmak gerekseydi ne söylenebilirdi? Eileen Legaspi-Ramirez şöyle tanımlıyor: ‘’Bir anıt, idealize edilmiş düşünceleri veya arzu edilen ve değişmez olarak görülen doğal değerleri iletmek için kullanılan bir araçtır. Tarihi veya yaşam öyküsü anekdotları olarak sunulan olayları oluşturmanın somut bir yolu olan anıtlar, kaçınılmaz anlam kaybı ve hafızanın zayıflamasıyla başa çıkmak için tasarlanmışlardır; aynı zamanda uydurulmuş veya biçimlendirilmiş anlatılara karşı bir tampon görevi görürler. Bir anıt, belirli bir zamanda kasten yapılmış somut bir işaretleme olup, aynı zamanda belirli bir ideali hedefleyen yorumun öngörüldüğü bir yapıttır’’[1]
‘’Amaçlanmamış Anıtlar’’ Avusturyalı sanat tarihçisi Aloïs Riegl’ın ‘’Modern Anıt Kültü - Doğası ve Kökeni’’ adlı makalesinde tanımladığı ve kurduğu kavramsal sınıflandırma mekaniğinin önemli ayaklarından biridir. Buna göre ‘’Amaçlanmamış Anıtlar’’ belli bir kişiye veya olaya atıfta bulunacak, söz konusu kişi veya olayı anımsatacak bir anıt olması amacıyla bilinçli bir biçimde tasarlanıp yapılmamış, ancak daha sonra za-manın geçişinin izlerini taşıması ya da tarihte belli bir ana işaret ettiğinin düşünülmesi nedeniyle anıt değeri kazanmış eserdir. [2]
Eskici’nin 2015 yılında SANATORIUM’da gerçekleşen kişisel sergisine adını da veren Nostomania başlıklı yapıtlarında kendini hissettirmeye başlayan ‘’eskilik değeri’’ Riegl’ın anıt değerleri sınıflandırmasında anımsa(t)ma değerleri içinde yer alır. Genel olarak varlıklarda ve insan elinden çıkma eserlerde görülen doğal yaşlanma, yıpranma, bozulma ve fiziki kaybın somut izlerine verilen değere işaret eder.
Georg Simmel ‘’Ruins’’ adlı makalesinde yıkıntıyı tahrip olmuş diğer sanat eserlerinden ayıran şeyin, boyun eğdirilmiş doğal malzemenin bu boyunduruktan kurtularak doğal güçlerin yasaları altında tekrar özgürleşerek aynı zamanda yeni anlamlar kazanması olduğu yazmıştır. Riegl’ın eskilik değeri mefhumu bir tür ruinophilia’dan (harabeseverlik) ziyade Simmel’in işaret ettiği çevreye daha yakın gibi görünmektedir. Svetlana Boym ‘’Ruinophilia: Appreciation of Ruins’’ adlı makalesinde şöyle yazıyor ‘’Ruinofili ve nostalji arasında önemli bir fark vardır: ruinofili kişisel hikayeden daha az etkilenir; bu bir yuva ya da kimlik özlemi değil, daha çok, dünyaya özen göstermeyle bir araya gelen zamanın geri döndürülemezliğine ilişkin maddi ve içsel bir deneyimdir. Ruinophilia, perspektifçiliğine ve ilhamlarına rağmen anti-narsist olabilir, ancak daha az melankolik değildir.’’.
Tabiat anıtı (Naturdenkmal) Almanca “doğa, tabiat” anlamına gelen Natur ve “anıt, abide” anlamına gelen Denkmal kelimelerinin birleşimin-den oluşur. Doğal anıtlar ya da doğa anıtlarının varoluşlarında insanın hiçbir katkısının bulunmadığı, tüm güzellikleri ve gariplikleriyle tabii ve jeolojik olaylar sonucu meydana geldikleri, çevredeki tüm bitki, hayvan ve inorganik maddelerden oluşan, korunmayı hak eden varlıklar veya anıtlar olduklarını kabul eden düşünceleri içeren bir kavramdır. Sanatçı, bir önceki sergisinde odaklandığı jeoloji bilimine ait kavram ve olguları Riegl’ın bu tezleriyle ele alarak; jeolojik, organik veya inorganik doğa anıtları ile “Amaçlanmamış Anıtlar” arasında paralel bir noktada konumlanan yapıtlarını üretmek için tornalama tekniği öğrendi. Tornalama doğası gereği anizotropiye bağımlı olduğu için serginin merkezinde ağırlıklı olarak ahşap malzeme yer alıyor. Anizotropi, yöne bağlı bir maddenin özelliklerini belirtir ya da malzeme özelliklerinin yöne bağımlılığı olarak tanımlanır. Aynı zamanda ahşap, doğanın bozuşma ve tahrip kuvvetlerinin en hızlı sirayet ettiği malzeme olması sebebiyle de önemlidir. Tornalama yöntemi merkezkaç kuvvetlerine, kesme ve kazıma eylemine işaret eder.
Tıpkı doğal inşa ve yıkım dinamikleri gibi, Eskici yapıtlarını oluşturan tekil malzemeyi eksiltirken diğer taraftan bu tekillikleri birbirine ekleyerek senkronize eder ve katmanlaştırır. Simmel’in de bahsettiği şekilde: ‘’Alp formlarının çekiciliği bile iki kozmik eğilimin hissedilen karşı oyununa dayanır: volkanik patlamalar veya kademeli tabakalaşma dağı yukarı doğru inşa etmiştir; yağmur ve kar, hava koşulları ve toprak kaymaları, kimyasal çözünme ve yavaş yavaş araya giren bitki örtüsünün etkisi üst çıkıntıyı kesip oymuş, yükseltilmiş olan kısımları aşağıya doğru dökmüş, böylece kontura şeklini vermiştir. Böylece bu formda, bu karşıt eğilimlerin canlılığını hissederiz ve bu karşıtlıkları içgüdüsel olarak kendimizde hissederek, yalnızca biçimsel ve estetik olan her şeyin ötesinde, dingin birlik içinde sentezlerine sahip oldukları konfigürasyonun önemini fark ederiz.’’ [3]
[1] Eileen Legaspi-Ramirez, The Monument, Atlas of Transformation
[2] Aloïs Riegl, Modern Anıt Kültü, çev. Erdem Ceylan, arketon, 2022
[3] Georg Simmel, Ruins, The Hudson Review, 1958
Das Wort Denkmal stammt vom lateinischen Wort monumentum ab, das Bedeutungen im Zusammenhang mit Erinnerung und Andenken hat, wie zum Beispiel erinnern, Gedächtnis, Spur, Andenken. Denkmäler sind Strukturen, die mit dem Ziel errichtet werden, die Erinnerung an besondere Taten, Fähigkeiten oder wichtige Ereignisse der Menschheit in den Köpfen zukünftiger Generationen lebendig zu halten. Jedoch werden nicht alle Denkmäler gebaut, und tatsächlich muss ein Denkmal überhaupt keine Struktur sein. Während einige Denkmäler Kunstwerke sind, können andere textliche Werke sein. Einige der Lebewesen von heute haben den Status eines Denkmals. Ein analoger oder digitaler Datensatz (zum Beispiel "I Have A Dream" von M. L. King) könnte in der Zukunft ebenfalls Denkmalstatus haben. Das deutsche Wort Denkmal, das Denkmal/Gedenkstätte bedeutet, stammt vom Verb "denken" im Deutschen ab.
Aber was wäre, wenn man eine Definition von Denkmal über didaktische Definitionen hinaus vornehmen würde? Eileen Legaspi-Ramirez definiert es folgendermaßen: "Ein Denkmal ist ein Instrument zur Vermittlung idealisierter Vorstellungen oder naturalisierter Werte, die als wünschenswert und unveränderlich dargestellt werden. Als verkörperte Mittel zur Konstituierung von Geschichte oder als voraussichtliche Anekdoten von Lebensgeschichten werden Denkmäler geschaffen, um dem unvermeidlichen Verlust von Bedeutung und dem Versagen des Gedächtnisses entgegenzuwirken, sowie als Puffer für fabrizierte oder gestaltete Erzählungen zu dienen. Ein Denkmal ist eine materialisierte, bewusste Markierung eines Zeitpunkts in Verbindung mit einer vorgeschriebenen aspirierenden Lesart." [1]
"Ungewollte Denkmäler" ist einer der wichtigen Eckpfeiler der konzeptuellen Klassifikationsmechanik, die der österreichische Kunsthistoriker Aloïs Riegl in seinem Artikel "The Modern Cult of Monuments: Its Character and Its Origin" definiert und etabliert hat. Gemäß dieser Definition sind "Ungewollte Denkmäler" Werke, die nicht bewusst mit dem Ziel entworfen und geschaffen wurden, ein Denkmal für eine bestimmte Person oder ein Ereignis darzustellen oder die betreffende Person oder das Ereignis zu ehren, sondern die als Denkmäler an Wertgewonnen haben, weil sie die Spuren der Vergangenheit tragen oder als Hinweis auf einen bestimmten Moment in der Geschichte gelten. [2]
In Eskicis Werken mit dem Titel "Nostomania" - auch der Titel seiner Einzelausstellung im Jahr 2015 im SANATORIUM - ist der "Antiquitätswert" in Riegls Klassifikation von Denkmalwerten innerhalb der Kategorie der Erinnerung/Commemoration enthalten. Er weist auf den Wert hin, der den greifbaren Spuren natürlichen Alterns, Verfalls, Verformung und physischen Verlusts zukommt, die in der Regel bei Lebewesen und Artefakten zu sehen sind.
In seinem Artikel mit dem Titel "Ruinen" schrieb Georg Simmel, dass das, was Ruinen von anderen Kunstwerken unterscheidet, darin besteht, dass in Ruinen das unterworfene Naturmaterial sein Joch abstreift, unter den Gesetzen natürlicher Kräfte wieder frei wird und gleichzeitig neue Bedeutungen gewinnt. Riegls Konzept des Antiquitätswerts scheint der von Simmel angegebenen Umgebung näher zu sein als eine Art von Ruinenliebe. Svetlana Boym schreibt in ihrem Artikel mit dem Titel "Ruinophilia: Appreciation of Ruins" folgendes: "Es gibt einen wichtigen Unterschied zwischen Ruinophilie und Nostalgie: Ruinophilie ist weniger von der persönlichen Geschichte betroffen; es ist kein Sehnen nach Heimat oder Identität, sondern eher eine materielle und viszerale Erfahrung der Unumkehrbarkeit der Zeit, die mit der Sorge um die Welt einhergeht. Ruinophilie kann antinarkissistisch sein, aber nicht weniger melancholisch, trotz ihres Perspektivismus und ihrer Inspirationen.”
Das deutsche Naturdenkmal besteht aus den Wörtern Natur, was "Natur" bedeutet, und Denkmal, was "Denkmal, Gedenkstätte" bedeutet. Naturdenkmäler gelten als Wesen oder Denkmäler, die ohne jeglichen menschlichen Beitrag als Ergebnis natürlicher und geologischer Ereignisse mit all ihren Schönheiten und Eigenheiten entstanden sind und aus allen Pflanzen, Tieren und anorganischen Materialien in ihrer Umgebung bestehen und daher schutzwürdig sind. Der Künstler hat sich mit den Konzepten und Fakten der Geowissenschaften auseinandergesetzt - dem Schwerpunkt seiner vorherigen Ausstellung - und mit diesen Argumenten von Riegl die Drechseltechnik erlernt, um seine Werke zu produzieren, die an einem parallelen Punkt zwischen organischen und anorganischen Naturdenkmälern sowie "Ungewollten Denkmälern" positioniert sind. Da die Drechseltechnik von Naturaus auf Anisotropie angewiesen ist, besteht die Ausstellung hauptsächlich aus Holzmaterial. Anisotropie bezeichnet die richtungsabhängigen Eigenschaften eines Materials oder wird als die richtungsabhängige Eigenschaften eines Materials definiert. Gleichzeitig ist Holz auch wichtig, da es das Material ist, in das die zersetzenden und zerstörenden Kräfte der Natur am meisten einwirken. Die Drechseltechnik weist auf Zentrifugalkräfte, auf den Akt des Schneidens und Schabens hin.
Genau wie die Dynamik natürlicher Konstruktion und Zerstörung reduziert Eskici einerseits das einzelne Material, aus dem seine Werke bestehen, während er andererseits diese Einzigartigkeiten synchronisiert und schichtet, indem er sie miteinander verbindet. Wie Simmel es ausdrückt: "Selbst der Charme alpiner Formen, die im Großen und Ganzen eher ungeschickt, zufällig und künstlerisch fade sind, beruht auf dem gefühlten Wechselspiel zweier kosmischer Tendenzen: Vulkanische Eruptionen oder allmähliche Schichtung haben den Berg nach oben gebaut; Regen und Schnee, Verwitterung und Erdrutsche, chemische Auflösung und die Wirkung allmählich eindringender Vegetation haben den oberen Felsvorsprung zersägt und ausgehöhlt, Teile von dem, was erhoben wurde, nach unten geworfen und so der Kontur ihre Form gegeben. In dieser Form spüren wir die Vitalität dieser gegensätzlichen Tendenzen und - indem wir diese Antithesen in uns selbst instinktiv spüren - bemerken wir jenseits von allem rein Formalen und Ästhetischen die Bedeutung der Konfiguration, in deren ruhiger Einheit sie ihre Synthese haben." [3]
[1] Eileen Legaspi-Ramirez, Das Denkmal, Atlas der Transformation
[2] Aloïs Riegl, Der moderne Kult der Denkmäler, Übersetzung: Erdem Ceylan,
arketon, 2022
[3] Georg Simmel, Ruinen, The Hudson Review, 1958